Osmanlı denince ilk akla imparatorluk gücü gelse de adetleri, yaşantısı, giyiminde ve mimarisinde ki ihtişamıyla da tarihe geçti. Osmanlı dünyasında gezintiye çıkan herkes harem yaşantısını orada yaşayan kadınların neler yaptığını nasıl giyindiklerini merak eder. Büyük bir imparatorluk olan Osmanlının zenginliği kıyafetlerine de yansır. Üstüne birde kadınların süslenmeyi sevmesi eklenince saray kadınlarının giyimi şıklığın, asaletin, zarafetin, ihtişamın adresi olur.
Kadının toplumdaki yerini ve değerinin ne olduğunu irdeleyecek olursak bu konuların tartışmalarının modayla birlikte başladığını görürüz. Kadın şıklığından ve kadınlığından taviz vermeden kendi hayatının parasını kazanmayı başarınca modayla bütünleşti. Sanki kadını var eden modaydı. Evet incelediğimizde bunu görüyoruz. Batıda kadın çalışma hayatına atılınca özellikle Avrupalı kadınlar hem modanın öncüsü hemde toplumda ve ailede söz sahibi oldular.
Osmanlı-Türk kadını ise kültür ve inançlarından kopmadan yaşamayı yeğledi. Çünkü dünyaya hükmeden Osmanlıda ne kadının çalışmasına ihtiyaç vardı ne de bir nebze olsun sıkıntılarını bertaraf etmek için modaya sarılan bunalmış insanlar.
Evet batıda kadın hem çalışıp hem güzelliğini ve kadınlığını kaybetmeden haklarını arayıp değerini korumak zorundaydı. Başardı da. Kadınların bu başarısına modanın yardımı çoktur. Modayla kendilerine yeni kimlik oluşturan kadınlar artık toplumda ve ailedeki konumlarını üst seviyeye taşımıştı. Batıda bu gelişmeler olurken Osmanlı kadınları inançlarından ve geleneklerinden dolayı bu gelişmelere yabancı kaldı. Tabi bu yabancılık çok uzun sürmedi herkesi etkileyen moda çok geçmeden Osmanlı’nın da kapısını çaldı.